Yaşlanmayı; ilerleyen yıllar ile birlikte hücre, doku, organ ve vücut işleyişinde meydana gelen değişimleri ve geriye dönüşü olmayan süreci tanımlamak için kullanırız. Genel anlamda vücudumuzun yavaşlama evresine girmesidir. Bu noktadan sürece baktığımızda, yaşam süresinin değil “genç kalma” süresinin uzatılması sağlıklı ve uzun yaşam için önemli hale gelmektedir. Yıllar içinde çok farklı yaşlanma teorileri ortaya atılmıştır ki bunlardan bazıları şunlardır.
Bazı yaşlanma teorileri…
– DNA hasarı teorisi,
– Otoimmün teorisi,
– Endokrin teorisi,
Ve belki de tüm hepsinde bir şekilde ortak paya sahip ‘’serbest radikallerin’’ yer aldığı teoridir.
DNA hasarı teorisi
DNA ve RNA bizim özümüzü oluşturan şifreli yapıdır. Her hücre bölünmesinde DNA
kendini tekrarladığı için telomer denilen yapılar kısalır. Kısalma sınırlı noktaya ulaştığında hücre bölünmesi durur ve yaşlanma ile ilgili mekanizmalar devreye girer. Kirli hava, endüstri atıkları, sigara ve alkol gibi maddeler, hücreye ulaştıklarında ya doğrudan ya da dolaylı olarak DNA’da hasara yol açarlar. Vücutta biriken bu hasarlar zamanla genetik yapıyı bozar ve hücrelerin önce yaşlanmasına sonra ölümlerine sebep olur.
Otoimmün teorisi
Vücudun kendi hücrelerini tanımayıp, hücrelerine reaksiyon göstermemesi için self tolerans mekanizmasının çalışması gerekir. Bu işleyiş normal beklenilen bir çalışma mekanizmasıdır. Ama otoimmün yaşlanma teorisine göre yaşlanma, bağışıklık sistemindeki gerilemeye bağlı olarak vücudun dış etkilere karşı kendini savunamamasıyla değil, bağışıklık sisteminin vücudun kendi hücrelerini tanıyamaz hale gelmesiyle ve devamında yok etmesiyle işleyen bir döngüdür. Normalde bedenin dışından gelen yabancı maddeler antijen olarak kabul edilip onlarla savaşa giren bağışıklık sistemi, savunma yapan hücreleri kendi bedenine yönelik bir saldırıya geçme şekli olarak algılar. İşte bu süreç insanda yaşlanma sürecini ortaya çıkarıp, hızlandıran bir etkiye sahiptir.
Endokrin teorisi
Endokrin teorisine göre yaşlanmanın nedeni, yaş ile birlikte hormonal düzeydeki azalmaya bağlı olarak bağışıklık sistemindeki zayıflamadır. Özellikle hücresel bağışıklık için çok önemli bir görevi olan timus bezinin ergenlikten sonra fonksiyonlarında azalma meydana gelmesi bu süreci hızlandırıyor. Yaşlanma ile birlikte vücudumuzun hastalıklarla savaşan silahı olan bağışıklık sisteminin fonksiyonlarında azalmakta, viral, bakteriyel ya da diğer hastalık yapıcı etkenlere giriş yolunu açmaktadır.
Serbest radikal teorisi
Vücudumuz sürekli stres altında olan bir yapıya sahiptir. Havadan aldığımız oksijen, vücudumuza girdiğinde çiftlenmiş elektronu olmayan iki ayrı atoma ayrılır. Elektronlar doğal yapıları gereği çiftler halinde bulunmak isterler, bu nedenle serbest radikal denen bu atomlar, elektronlarını çiftleyebilecekleri atom bulmak için vücudun altını üstüne getirirler. İşte bu süreç sırasında hücrelere, proteinlere ve DNA’ya zarar verirler. Serbest radikaller bir kez oluştuğunda, zincirleme bir reaksiyon başlatma olasılıkları çok yüksektir. Teorik olarak ilk ortaya çıkan serbest radikal, bir molekülden elektron kapar, böylece molekülün yapısını bozarak onu da bir serbest radikale dönüştürür. Bu molekül de başka bir molekülden elektron kaparak, onun yapısını bozar ve o molekülü serbest radikale dönüştürür. Bu domino etkisi en sonunda tüm hücrenin yapısını bozarak, hücreye zarar verir seviyeye ulaşır.
Genel anlamda tüm teorilerin ama az ama da çok özünde yer alan ‘’serbest radikaller’’ bu yüzden vücut sistemimiz için önemlidir. İleri yaşına rağmen genç kalan insanların hayat tarzlarına bakıldığında sağlıklı beslenerek, yapay gıdalardan, toksinlerden, sigaradan uzak durarak, hareketli ve verimli bir yaşam sürdürdüklerini görebilirsiniz.
Yorumlar
Yorum
Leave a Comment